30 Haziran 2015 Salı

Mad Max (1979)

Nasıl delirdim?
Bu yazı spoiler içerebilir. Kusuruma bakmayın.
Mad Max: Fury Road'u izleyip çok beğenince ilk filmi de bir izleyeyim dedim. Mel Gibson başrolde. Ayrıca Joanne Samuel ve Hugh Keays-Byrne (bu filmde Toecutter'ı oynarken, son filmde Immortan Joe'yu oynuyor) de yer almakta. Max evli, çocuklu, aynı zamanda bir polis. Olaylar Avustralya'da geçiyor ve Max vahşi motor çeteleriyle uğraşıyor. Film serinin Max'in balataları nasıl sıyırdığını anlatan ilk filmi.

Yine hareketli bir film ama yavaş. Aksiyon sahneleri gaza getirmiyor. Amaç Max'in Mad Max'e dönüşümünü anlatmak olduğu için olsa gerek, çünkü izlerken sadece Max şimdi ne yapacak, gerizekalı karısı başlarında onca bela varken çocuklarını yalnız bırakıp yüzmeye gitmese olmaz mıydı, diye düşünüyorsunuz. Evet, çok güzel bir eşi var ama biraz yel kafa :). 
Başlarda Max motor çetesinin bir üyesinin ölümüne sebep oluyor ve çete de intikam istiyor. İlk yarım saat çete kadını ve çocuğu öldürecek Max çıldıracak, sonra olaylar olaylar sandım ama konu tüm filme yayılmış ve can alıcı noktayı sona bırakmış. O yüzden spoilerlı bir yazı olabilir dedim. 
Ya çekildiği seneden ya da tembellikten iğrenç sahneler pek gösterilmemiş, filmdeki en iğrenç sahnede kopmuş bir el vardı o da çok gerçekçi değildi. Fury Road kadar midemi bulandırmadı.
Şimdi sıra ikinci filmde, çünkü çıldırmış bir Max var orada.
Herkese iyi seyirler.
B.

29 Haziran 2015 Pazartesi

The Other Woman

The Other Woman başrollerini Cameron Diaz, Leslie Mann ve Kate Upton'ın paylaştığı 2014 yapımı bir romantik komedi filmi.
Erkek arkadaşının evli olduğunu bilmeyen Carly (Cameron Diaz) önce adamın eşi, sonra başka bir sevgilisi olduğu gerçeğiyle karşılaşır. Üç kadın adamdan intikam almak için birlik olurlar.
Eğri oturup doğru konuşalım. Güzel kadınların gözünü şenlendirmesi fikri aklını çelen erkek arkadaslara sesleniyorum; bu filmi izleyip ömrünüzden 109 dakika kaybetmek istemiyorsaniz lütfen kendinizi yormayın ve 3 dakikalığına Victorias Secret şovuna yönelin, aynı tatmini yaşayacaksınız -hem de sizi yoracak dramalara katlanmadan. Fakat komik olsun, biraz çerezlik olsun vakit geçirelim diyenler buyursunlar. Beklentilerinizi düşük tuttuğunuzda gayet gülüp eğlenebileceğiniz bir film. Zaten Cameron Diaz ve Leslie Mann olayı götürüyor. Cameron Diazı küçüklüğümden beri sevmişimdir. Bana mutlaka bir iki kahkaha bol gülücük vadetmiştir ki bu filmde de öyle oldu. Leslie Mannın oyunculuğunu da bayağı sevdim, çok zarif ve kıpır kıpır bir roldeydi. Kate Upton da bonus, ben oyunculuğu gözüme batacak diye düşündüysem de öyle olmadı, gayet iyiydi. İlişkilerin merkezinde onlarca kez işlenmiş bir konuyu anlatışları eğlenceli. Bir kadının aşama aşama neler hissettiğini ve bu aşamalar ne kadar zor olsa da onların eğlenerek aştığı düşünülürse gayet izlemelik bir film. Sonuna da gelirsek gerçek hayatta olması imkansıza yakın bir son olsa da film başından beri sizi bu sona hazırlıyor, dolayısıyla rahatsız olmadım.
Gelelim Cameron Diaz vs. Kate Uptona. Öncelikle iki hatun da taş tabii, ama simdi Katein erken 20 lerde seyrettiğini Cameronin da bayağı yaş aldığını düşünürsek -Cameron Diazın yaşlanma belirtileri gözümüzün önünde olsa da- hatun o kadar guzel yas almis ve  hala o kadar formunda ki Kate yanında (bana göre) sönük kaldı. Belki ikisi de 20 lerinde olsaydı farklı bir sonuca gidebilirdim, ama yoo dostum şimdi Cameron funıyız :P.
D.

26 Haziran 2015 Cuma

Le Passe

Le Passe başrollerinde Ali Mosaffa, Berenice Bejo (bu hatunun yerine Marion Cotillard'ı düşünmüşler başta da onun işi çıkmış) ve Tahar Rahim'in olduğu, yönetmenliğini Asghar Farhadi'nin üstlendiği Fransız İran yapımı bir film. Ahmad yıllar önce terk ettiği evine eşinden boşanmak için geri dönüyor, eve bir geliyor ki olaylar olaylar. Evde Marie'nin Ahmad'dan önceki eşinden 2 çocuğu ve şimdiki sevgilisinin bir çocuğu da ikmaet etmekte. Çocuklar Ahmad'a çok düşkün olduğu için Marie büyük kızıyla yaşadığı problemlerde Ahmad'dan yardım istiyor. Daha doğrusu istemiyormuş gibi yapıyor ama sol cebime koy hesabı. 
Açık konuşayım ben bu filmi izlemeye giderken posterinden ve hiç de ilginç olmayan konusundan ötürü sıkıntıdan öldürecek diye düşünmüştüm. Keza öyle de oldu bazı sahnelerde, filme ayılıp bayılmadım ama bitirilebilecek bir filmdi. Sonlara doğru zaten esrarengiz bir havaya bürünüyor film, Marie'nin sevgilisi hatta evleneceği adam olan Samir'in eşi komada -yok niye komada, yok nasıl komaya girmiş, uyandı mı, uyanacak mı derken sonunu görüyorsunuz şükür. 
Filmi beğenip beğenmediğimi ben de anlamamışım sanırım. Konusu sonradan dallanıyor iyi ki, merak ettiriyor, böylece sonuna kadar izletiyor. Ama o kaldıkları ev nedir arkadaş, sanki ben orada kalıyormuşum gibi bir kasıldım, evden bir çıkın dolaşın. Gerçi hava da çok kötüydü onun da bir etkisi olabilir. sürekli yağmur yağıyor falan. Güneş açtı diyorsunuz, sonraki sahnede yine yağmur yağıyor pofunuz. Ankara'nın bu seneki havası gibi.
Neyse çok konuştum.
Hadi iyi seyirler.
B.

25 Haziran 2015 Perşembe

Like Crazy


Filmimiz dram kategorisinde ve bolca romantik ögeyle dolu. Başrollerinde Felicity Jones ve Anton Yelchin var, bu ikiliye ek olarak Felicity’nin endamı yetmezmiş gibi içinde bir de Jennifer Lawrence barındırıyor, hatta bunun yanına bir başka yakışıklı oyuncu Charlie Bewley’i de eklemiş bir yapım.

Bir İngiliz olan üniversite öğrencisi Anna (Felicity Jones) Amerika’da kısa dönemli bir eğitime gider ve burada Amerikalı bir öğrenci olan Jacob’la (Anton Yelchin) aralarında bir ilişki başlar. Kızımızın vize süresini aşması yüzünden Amerika’dan sınır dışı edilmesiyle ilişkileri zorlu bir uzak mesafe ilişkisine dönüşür; bu film bundan nasıl etkilendiklerini anlatıyor.
Film bir çiftin yaşayabileceği en mutlu, depresif, neşeli, sakin, sinirli, aşık, üzüntülü hallerini en güzel şekilde anlatmış. Bunun yanında mesafenin girmesiyle ilişkiye başka insanların da dahil olmasını ve bu insanların yaşadıkları dışarda kalmışlık durumunu, sevdikleri ama kendilerini sevmeyen insanlara olan sabırlarını ısrarlarını da görebiliyoruz. Filmin sonu her ne kadar tatmin etmese de, alınan kararlar değil de alınan kararların işleyiş biçimi açısından diyorum- zira sonunu biraz inatla istediğiniz yere çekebilirsiniz. İzlemesi ilk başlarda neşeli gittikçe depresif bir hal alan sonunda da sizi deriiin düşüncelere bırakan -aslında çok daha iyi olabilirmiş dediğiniz (en azından ben öyle dedim)- ama izlemekten de memnun kalabileceğiniz bir film.
Son olarak uzun zamandır filmlerde Jennifer Lawrence’ı odak noktası olarak görmeye alışkın olduğumdan bu filmde biraz kenarda kıyıda görmek nasıl desem hoşuma gitti, biraz nefes aldırdı zaten bu iddiasız ama yine de kenardan ışık saçan halleri de güzel hatunun.
D.