23 Ağustos 2014 Cumartesi

Hair

Give me a head with hair, long beautiful hair, shining gleaming steaming flaxen waxen. Give me it down to there, hair, shoulder length or longer, here, baby, there, mamma, everywhere, daddy daddy hair! Flow it, show it, long as God can grow it, my hair!
1979 yapımı ‘Hair’ filminin yönetmen koltuğunda ‘One Flew Over The Cuckoo’s Nest’, ‘Man on the Moon’ ve ‘Hair’ gibi bir müzikal olan ‘Amadeus’ filmlerini de yöneten Milos Forman oturuyor. Hikayesi Gerome Ragni ve James Rado tarafından yazılmış. Köyden şehre inen (Oklahoma’dan New York’a gelen) Claude’ın yabancı olduğu bir kültürle tanışması, aşık olması ve askere gitmesi eğlenceli bir dille, sisteme karşı gelen çiçek çocukların eşliğinde anlatılıyor. Film 1979 yılında Cannes’ın açılış filmi olmuş.
Konu belki basit görünebilir, ancak hiç öyle değil. Film dönemin sıkıntılarını cesaretle ele almış. Eğer bir yerde hippiler varsa, barış yanlıları da vardır ve böyle olunca Vietnam Savaşı’ndan dem vurulması da çok normal. Müzikaller çok eğlenceli, özellikle meşhur ‘let the sunshine in’ şarkısının, sürekli duyulan remix halini değil de müzikaldeki halini duymanızı tavsiye ederim. Bütün müziklerin içi dolu bu filmde.
Filmi izlerken adamların rahatlığına özenebilirsiniz bu arada. Para kazanma dertleri yok, biri insafa gelir de iki üç kuruş verirse ne ala, birine bağlı olma dertleri yok, yok da yok... Claude ise tam bir sistem adamı, böyle yaşanır mı diyor, askere gidiyor falan. Oğlum hiç mi ders almadın yanındakilerden. Savaşa hayır!
Ayrıca herkese Berger gibi bir arkadaş lazım. Claude ne kadar terslediyse, adam hiç pes etmedi, hep aynı şirinlikle Claude’ı destekledi.
Kıyafetler de ayrı güzeldi, ne yapsak şunları giyip Seğmenler Parkında mı otursak? :P Gerçi Gezi Parkı daha mı uygun olur ne...
Saçlarım olmadan asla, diyor yazımı sonlandırıyorum :)
Spoilerlı video!! leeet dı sanşaaaynin...
B.

Bu da trailer:



21 Ağustos 2014 Perşembe

Jeune & Jolie

Filmi yazıp yöneten kişi François Ozon ne düşünüyordu acaba?
Genç ve güzelmiş. Ne battı anlamadım? Yönetmenim bana bir şeyler anlatmaya calışmışsın; ama ne anlamam için beni teşvik etmiş, ne yönlendirmiş, ne de beni bak ortada bir konu var; sen kendi yolunu bul, ben burda takılıyorum özgürsün, bitiş sahnesinde görüşürüz, demişsin.
Kızımızın ailesi, maddi durumu yerinde olan annesi, öz babası, uvey babası, sevdiği ve muhabbeti iyi olan erkek kardeşinden oluşmakta. Annesiyle arasında güçlü bir bağ yok, hatta bağ olduğu sorgulanır, kızımızın babası zaten piyasada yok ve üvey baba evde yasayan zararsız bir yabancı gibi. Annesinin üvey babasını aldatmasına da sahit olan ve kadın erkek ilişkisinden ne beklemesi gerektiğini bilmeyen bir kızcağız var burada.
Kızın ilk cinsel deneyiminden başlayarak bu yoldaki amaçsız çırpınışlarını izliyoruz. Kızımız paraya ihtiyacı olmamasına rağmen, bu seks olayını para karşılığında yapmaya başlıyor ve ailesıne yakalanıyor. Bu olayları bize bombos bir şekilde anlatan yönetmene tesekkür ediyorum iki saatimi çaldın. Çünkü ben o iki saatte dünyayı kurtaracaktım.
İnsanların yalnızlıkları, seksteki arayışları, hayatlarındaki içlerindeki boşlukları anlatma temalı filmlerın güzellerinin olduğunun farkındayım, hatta yer yer destekçisiyim ama bebeğim (evet film sana diyorum) sen bunlardan değilsin. Hayır, bızımla deyılsın. 
Resim bile bulmadım. O kadar sevmedim yani... :P
D.

Shame

We're not bad people. We just come from a bad place.
Sissy Sullivan
Shame
Steve McQueen ve Abi Morgan’ın yazdığı, Steve McQueen’in yönettiği filmin başrollerinde Michael Fassbender ve Carey Mulligan yer almakta.
Filmimiz Brandon’ın yani Fassbender’in günlük rutiniyle başlıyor bilirsiniz uyanmak tuvalet vs... İşte orda afallıyoruz, zira Fassbender’i bu kadar ayrıntılı görmeye gerek var mı, bilmiyorum. Acaba film böyle mi gidecek, okuduğum yorumlar yoksa doğru mu, filmi bize psikolojik diye iteleyip erotizmin dibine mi vurmuşlar, diyorsunuz ama Hunger ı izleyenler bilir  Steve Mcqueen yapmaz diyip bekliyoruz.. ve beklediğimize değiyor. Yapıyor! Şaka şaka, yapmıyor çok güzel film. Gerçekten.
Brandon (Fassbender) hali vakti yerinde yakışıklı, paralı, lüks içinde. Ama yalnız ve tatminsiz. Yine de kendine göre bir düzeni var, fakat bu düzen kız kardeşinin Carey M. hayatına girmesiyle alt üst oluyor. Filmde ikilinin geçmişi tamamen muamma, sadece fikir yürütüyorsunuz ama filmdeki sahnelerin işlenişi size ipuçları veriyor ve kendi sonucunuza yürüyorsunuz. Merak ediyor musunuz, evet ama filmi böyle de alıyorsunuz ve sonraki sahneyi bekliyorsunuz. Geçmişlerinin iyi olmadığını anlıyoruz fakat ikili arasındaki ilişkiyi adlandıramıyoruz. Ensest var mı yok mu soru işareti, eğer böyle bir soru işaretine ve konunun geçmesine karşı kırmızı çizgileriniz varsa izlememelisiniz. Zira ağır bir film. 
Film; çekimler, renkler, görüntüler, geçişler, müzik ve daha bir çok sinema unsuru açısından muhteşem. Konuya şans vermeyenler, fakat filmin bu kadar beğenilme sebebini merak edenler cevabı burda bulabilirler. Mulligan’ın New York şarkısını söylediği sahnedeki her şey mükemmeldi; şarkı, Carey Mulligan’ın sesi, kıyafeti, hali tavrı ve Fassbender’in ağlaması. Ve filme dair en büyük ipucunun verildiği sahnelerden biriydi sanırım. 
Fassbender ve Mulligan bir harika. Adamın yaptığı her mimik bişeyler anlatıyordu.  Mcqueen’in filmdeki tek Brandon tercihinin o oluşunu anlayabiliyorsunuz.  C. Mulligan’ın diğer bir çok filmini izlemiş biri olarak söylüyorum; hep o çıtı pıtı narin kız imajı bu filmde benim için yıkıldı. Filmde narin olmadığından mı? Hayır, filmde bulunduğu durum açısından sanırım. New york şarkısındaki başarısı için dahi bu kadın sevilebilir. Ama keşke soyunmasaydı. Gerçekten.
D.
Filmi ya seveceksiniz ya nefret edeceksiniz. Şimdiden iyi seyirler...





19 Ağustos 2014 Salı

Perfect Mothers

“I don't wanna stop. I don’t see why we have to stop.”
                                                           Lil
Perfect Mothers

Christopher Hampton’ın hikayesini yazdığı, Anne Fontaine’in senaryolaştırarak yönetmen koltuğuna oturdu filmin başrollerini Naomi Watts ve Robin Wright oynuyor. Filmin konusu çocukluk arkadaşı iki annenin, birbirlerinin oğullarına aşık olmasıdır. Konu çok rahatsız edici dursa da, film bunu yumuşatmayı başarmış.

Adore – Two Mothers – Perfect Mothers 
Filmin ismi konusunda biraz çılgınlık yaşanmış.  Üç isim düşünülmüş ve üçüncü de karar kılınmış, ben size sondan başa yazdım arkadaşlar; güzel bir tercih olmuş mu, olmuş bence. Sonuçta burda Young God’larımız var. Evet, konuya giriyorum.
Şu bunaltıcı ağustos ayında karşıma geçip de biri; şimdi nerde olmak istersin diye sorsa, görmek istediğin manzarayı tarif et dese, yaşamak istediğin evi anlat dese, hiç kendimi yormam bu filmi izlemesini söylerim. Ama kim niye sorsun di mi?  (38 derece nedir ya!) –millet 55 derecede kuruyo kızım, ohooo-o...
Bu kadar rahatsız edici bir konu bu kadar yumuşatılarak anlatılabilirdi -ki bundaki en büyük etken sizi hayran bırakan görüntüler. Konumuz iki harika güzellikteki annenin tanrı olarak değerledirdikleri (mecazi anlamda tabisi ki) oğullarıyla yaşadıkları uygunsuz ilişki –neye göre uygunsuz, kime göre uygunsuz? –vallaha bana göre uygunsuz sista :P . Annelerimiz, Lil ve Roz küçüklüklerinden beri çok yakın arkadaş olan iki kadındır. Aralarındaki ilişki çok güçlüdür; öyle ki Roz’un kocası, Roz’un ilişkisinin kendisiyle değil, Lil’le olduğuna inanmaktadır. Roz ve Ian, Lil ve Tom arasındaki ilişki zamanla gelişiyor, tempo hiç düşmüyor ve izlerken nasıl olur da kınamam diye kendinizi sorgularken buluyorsunuz.
Karaktelerin birbirlerine ve olayların geliştiği yöne verdikleri tepkiler beklenmedik, aynı zamanda çok sakin; bu da sizde anlama ihtiyacını doğuruyor. Olacakları merakla bekledim. Ve tahminlerim hep yanlış çıktı, kesinlikle klişe bir şeyler beklemiyor sizi.
Karakterler daha derin incelenebilir miydi; evet, hikaye daha çarpıcı anlatılabilir miydi; evet. Şahsen Roz dışında hiçbir karakteri merak etmediğim gibi çarpıcılık yerine bahsettiğim o yumuşaklığı tercih ederim. Baştaki ön yargılarıma şaşırarak belirtiyorum ben filmi beğendim arkadaşlar. Hatta bence izlemelisiniz. Kendi yargılarınıza şaşırabilirsiniz.
Bu arada Naomi Watts, evet çok güzelsin; ama Robin Wright, bebeğim House of Cards’da gördüğümden beri düşünüyorum bir kadının nasıl bu kadar  keskin ama naif bi karizmasi olabilir (-ne güzel yürümüşsün kadına, ahahaha). Onları anne olarak izlemeyi geçtim kayınvalide olarak görmek? Hangi gelin böyle bir eziklikle yaşayabilir yahu. Bir de bunlar babane!

Filmin bir adet ödülü bulunmakta. Buyurun trailer:
D.